Futbol tarihinin efsane ismi Maradona, aktif oyunculuk döneminin tamamında olağanüstü işler başarmıştır…
O yalnızca spordaki başarısıyla değil; ünlü boksör Muhammed Ali gibi yaşadığı sosyal hayat ile de insanlık tarihinde önemli izler bırakmıştır…
Asıl adı “Cassius Marcellus” olan Muhammed Ali; 1964 yılında henüz 22 yaşındayken kazandığı dünya ağır sıklet boks şampiyonluğunun ardından, “Müslüman” olduğunu ilan ederek, artık kendisine verilen bu “köle ismini” taşımayacağını açıklamıştı…
Reddettiği köle isminin yerine de, dünyada özgürlüğü en iyi şekilde temsil eden ve o özgürlüğü en iyi şekilde koruyan iki insanın adını birleştirerek kullanmayı tercih etmişti…
Yine aynı yıl dini inançlarını gerekçe göstererek, Vietnam Savaşında ABD ordusuna katılmayı reddetmişti…
Çünkü ABD ordusu o savaşta; işkence, tecavüz, toplu infaz, sivillerin öldürülmesi ve kimyasal silah kullanmak gibi pek çok savaş suçu işlemekteydi!…
Bu vicdani ret kararı neticesinde, yargılandığı mahkeme tarafından bütün şampiyonlukları elinden alınmış; bünyesinin en güçlü olduğu döneminde tam dört yıl müsabakalardan uzak bırakılmıştır…
ABD’nin bu çirkin yüzü ilk defa Muhammed Ali sayesinde deşifre olmuştur… Dünyada ilk önemli Anti-Amerikanizm hareketleri onunla birlikte ön almaya başlamıştır…
Maradona’nın bıraktığı iz, elbette Muhammed Ali’nin bıraktığı iz ile eşdeğer tutulamaz…
Ama onun 1986 Dünya Kupasında yaptıkları, sömürü altında yaşayan bütün dünya halklarının hafızasından asla silinmeyecektir…
Özellikle o turnuvanın çeyrek finalinde oynanan İngiltere-Arjantin maçında, Maradona’nın attığı iki gol, İngiltere ve ABD başta olmak üzere bütün emperyalist ülkelerin bağrına atılan iki atom bombasıymış gibi bir etki yaratmıştır…
Hele de maçın ilk golü tüm kayıtlara “Tanrı’nın Eli” olarak geçmiştir…
Maradona’nın kafa ile attığı o ilk golde yumruğunun da topa yön vermesi yıllarca tartışılmıştır.
O yumruk; İngiltere-Arjantin arasında yapılan ve Arjantin’in kaybettiği “Falkland Savaşının” bir rövanşı sayılmıştır!...
…
Görülüyor ki, başarılı bir sporcunun veya başarılı bir sanatçının basit bir eylemi bazen dünya için çok büyük anlamlar taşır…
Çuvallar dolusu parayla veya gemiler dolusu silahla yapamayacağız şeyleri o sporcu veya o sanatçı tek başına basit bir hareketle yapabilir…
Diplomasiyle, bürokrasiyle altından kalkamadığınız birçok meselede uluslararası alanda başarı kazanmış bir sporcu veya bir sanatçı sayesinde yol alabilirsiniz…
Geçenlerde Londra Kraliyet Operasında görevli bir sanatçının, sahnede Kralın huzurundayken Filistin bayrağı açarak yaptığı protestonun yarattığı etkiyi, Taksim meydanında yüzlerce kez miting düzenleseniz asla yaratamazsınız!...
Eğitim konusuna bu zaviyeden bakıldığında, uluslararası platformlarda başarılı olabilecek “sporcu” ve “sanatçı” yetiştirmenin ülkemiz açısından ne denli önemli olduğu daha net anlaşılabilecektir…
Fakat bugün spor ve sanat eğitimi konusuna, sadece “dostlar alışverişte görsün” hesabıyla yaklaştığımız gerçeği de ortadadır…
Ayırdığımız bütçe, tesis ettiğimiz eğitim kurumları, kulüpler, federasyonlar, bunların aldığı kararlar, mevcut yasal düzenlemelerin hali ve üstlendiğimiz organizasyonlar bize sürekli “dağ fare doğurdu” dedirtiyor…
Mesela profesyonel futbol kulüplerinin öncelikle “ülke futbolunu geliştirmek, yerli futbolcu yetiştirmek” gibi bir misyonla hareket ettiklerini düşünmüyorum…
Bu kulüplerin birçoğunun misyonu hepimizin bildiği gibi “para”…
Türkiye 85 milyon nüfuslu bir ülke…
Bu kadar büyük bir kitle içerisinde sporun ve sanatın her alanında üstün yetenekli kişi bulma ihtimali çok yüksek…
Ama ne yazık ki pusulayı bu yöne kaydırmadığımız için, o üstün yetenekler yanmadan yok olan yıldızlar gibi elimizden kayıp gidiyor…
Gerçekte, “milli servet” sayılan bu üstün kabiliyetleri, basit bir televizyon kanalının düzenlediği yarışmaların insafına veya “paragöz” kulüp yöneticilerinin vicdanlarına mı bırakacağız?
Şu da başka bir gerçek…
Her türlü yokluğun ve yoksulluğun kol gezdiği Cumhuriyetin ilk yıllarında, Atatürk’ün spora ve sanata verdiği önem kadar ondan sonra göreve gelen hiçbir yönetici spora ve sanata aynı derecede önem veremedi…
Toplumun sporcuya ve sanatçıya bakış açısı gün geçtikçe daralıyor…
“Ya topçuya, ya popçuya” söylemleriyle değersizleştiriliyor…
İşin içeriğini göstermek yerine sadece “magazin” kısmı ortaya çıkarılıyor!...
Diego Armando Maradona bir uyuşturucu bağımlısıydı…
Muhammed Ali Clay bir dönem “hip hop” şarkıcılığı ile geçimini sağladı…
Ama bu iki büyük insan hiçbir zaman bu yönleriyle gündeme taşınmadı…
Onların dikenleriyle değil, gülleriyle ilgilenildi…
…
Şu sıralar lise mezunu gençlerimiz üniversite tercihi yapacaklar…
Eğer çocuklarınızın bir spor dalına veya bir sanat dalına az da olsa yeteneği varsa, bu süreçte o yönlerini görmezden gelmeyin…
Siz kendi çocuğunuzun yıldızını parlatmazsanız, başkaları nasıl parlatacak?
Yetenekli insanlar, günü gelir
Futbol tarihinin efsane ismi Maradona, aktif oyunculuk döneminin tamamında olağanüstü işler başarmıştır…
O yalnızca spordaki başarısıyla değil; ünlü boksör Muhammed Ali gibi yaşadığı sosyal hayat ile de insanlık tarihinde önemli izler bırakmıştır…
Asıl adı “Cassius Marcellus” olan Muhammed Ali; 1964 yılında henüz 22 yaşındayken kazandığı dünya ağır sıklet boks şampiyonluğunun ardından, “Müslüman” olduğunu ilan ederek, artık kendisine verilen bu “köle ismini” taşımayacağını açıklamıştı…
Reddettiği köle isminin yerine de, dünyada özgürlüğü en iyi şekilde temsil eden ve o özgürlüğü en iyi şekilde koruyan iki insanın adını birleştirerek kullanmayı tercih etmişti…
Yine aynı yıl dini inançlarını gerekçe göstererek, Vietnam Savaşında ABD ordusuna katılmayı reddetmişti…
Çünkü ABD ordusu o savaşta; işkence, tecavüz, toplu infaz, sivillerin öldürülmesi ve kimyasal silah kullanmak gibi pek çok savaş suçu işlemekteydi!…
Bu vicdani ret kararı neticesinde, yargılandığı mahkeme tarafından bütün şampiyonlukları elinden alınmış; bünyesinin en güçlü olduğu döneminde tam dört yıl müsabakalardan uzak bırakılmıştır…
ABD’nin bu çirkin yüzü ilk defa Muhammed Ali sayesinde deşifre olmuştur… Dünyada ilk önemli Anti-Amerikanizm hareketleri onunla birlikte ön almaya başlamıştır…
Maradona’nın bıraktığı iz, elbette Muhammed Ali’nin bıraktığı iz ile eşdeğer tutulamaz…
Ama onun 1986 Dünya Kupasında yaptıkları, sömürü altında yaşayan bütün dünya halklarının hafızasından asla silinmeyecektir…
Özellikle o turnuvanın çeyrek finalinde oynanan İngiltere-Arjantin maçında, Maradona’nın attığı iki gol, İngiltere ve ABD başta olmak üzere bütün emperyalist ülkelerin bağrına atılan iki atom bombasıymış gibi bir etki yaratmıştır…
Hele de maçın ilk golü tüm kayıtlara “Tanrı’nın Eli” olarak geçmiştir…
Maradona’nın kafa ile attığı o ilk golde yumruğunun da topa yön vermesi yıllarca tartışılmıştır.
O yumruk; İngiltere-Arjantin arasında yapılan ve Arjantin’in kaybettiği “Falkland Savaşının” bir rövanşı sayılmıştır!...
…
Görülüyor ki, başarılı bir sporcunun veya başarılı bir sanatçının basit bir eylemi bazen dünya için çok büyük anlamlar taşır…
Çuvallar dolusu parayla veya gemiler dolusu silahla yapamayacağız şeyleri o sporcu veya o sanatçı tek başına basit bir hareketle yapabilir…
Diplomasiyle, bürokrasiyle altından kalkamadığınız birçok meselede uluslararası alanda başarı kazanmış bir sporcu veya bir sanatçı sayesinde yol alabilirsiniz…
Geçenlerde Londra Kraliyet Operasında görevli bir sanatçının, sahnede Kralın huzurundayken Filistin bayrağı açarak yaptığı protestonun yarattığı etkiyi, Taksim meydanında yüzlerce kez miting düzenleseniz asla yaratamazsınız!...
Eğitim konusuna bu zaviyeden bakıldığında, uluslararası platformlarda başarılı olabilecek “sporcu” ve “sanatçı” yetiştirmenin ülkemiz açısından ne denli önemli olduğu daha net anlaşılabilecektir…
Fakat bugün spor ve sanat eğitimi konusuna, sadece “dostlar alışverişte görsün” hesabıyla yaklaştığımız gerçeği de ortadadır…
Ayırdığımız bütçe, tesis ettiğimiz eğitim kurumları, kulüpler, federasyonlar, bunların aldığı kararlar, mevcut yasal düzenlemelerin hali ve üstlendiğimiz organizasyonlar bize sürekli “dağ fare doğurdu” dedirtiyor…
Mesela profesyonel futbol kulüplerinin öncelikle “ülke futbolunu geliştirmek, yerli futbolcu yetiştirmek” gibi bir misyonla hareket ettiklerini düşünmüyorum…
Bu kulüplerin birçoğunun misyonu hepimizin bildiği gibi “para”…
Türkiye 85 milyon nüfuslu bir ülke…
Bu kadar büyük bir kitle içerisinde sporun ve sanatın her alanında üstün yetenekli kişi bulma ihtimali çok yüksek…
Ama ne yazık ki pusulayı bu yöne kaydırmadığımız için, o üstün yetenekler yanmadan yok olan yıldızlar gibi elimizden kayıp gidiyor…
Gerçekte, “milli servet” sayılan bu üstün kabiliyetleri, basit bir televizyon kanalının düzenlediği yarışmaların insafına veya “paragöz” kulüp yöneticilerinin vicdanlarına mı bırakacağız?
Şu da başka bir gerçek…
Her türlü yokluğun ve yoksulluğun kol gezdiği Cumhuriyetin ilk yıllarında, Atatürk’ün spora ve sanata verdiği önem kadar ondan sonra göreve gelen hiçbir yönetici spora ve sanata aynı derecede önem veremedi…
Toplumun sporcuya ve sanatçıya bakış açısı gün geçtikçe daralıyor…
“Ya topçuya, ya popçuya” söylemleriyle değersizleştiriliyor…
İşin içeriğini göstermek yerine sadece “magazin” kısmı ortaya çıkarılıyor!...
Diego Armando Maradona bir uyuşturucu bağımlısıydı…
Muhammed Ali Clay bir dönem “hip hop” şarkıcılığı ile geçimini sağladı…
Ama bu iki büyük insan hiçbir zaman bu yönleriyle gündeme taşınmadı…
Onların dikenleriyle değil, gülleriyle ilgilenildi…
…
Şu sıralar lise mezunu gençlerimiz üniversite tercihi yapacaklar…
Eğer çocuklarınızın bir spor dalına veya bir sanat dalına az da olsa yeteneği varsa, bu süreçte o yönlerini görmezden gelmeyin…
Siz kendi çocuğunuzun yıldızını parlatmazsanız, başkaları nasıl parlatacak?
Yetenekli insanlar, günü gelir “Tanrının eli” olur… Günü gelir, “Tanrının parçası” olur…
Tabii, Tanrının ona bahşettiği kabiliyeti eğer sizler kullanmasına müsaade ederseniz!